SON DAKİKA
Ana Sayfa » Köşe Yazarları » KOLESTROL ve HİMALAYA TUZU

KOLESTROL ve HİMALAYA TUZU

Tarık Özdolap

Tarık Özdolap

tüm yazıları
A - +

Köşe Yazarları - 21.12.2014 - 23:20

Merhabalar,

Günümüzde en çok rastlanan ancak aslında hastalık olmayan, hastalık gibi gösterilerek üzerinden büyük bir ticaret oluşturulan konulardan birisi de kolestroldur. Bugün tıpta bu konuda bölünmeler yaşanmaktadır, sistemden beslenen büyük bir kesim kolestrol hastalık derken ufak bir kesim buna karşı çıkarak hayır kolestrol hastalık değildir, demektedirler.
Bize göre de kolestrol bir hastalık değildir. Bugün sizleri bu konuda bilgilendirmek istiyoruz.

Öncelikle nedir bu kolestrol?

Kolesterol, kanda ve vücuttaki tüm hücrelerde bulunan, yumuşak, yağ benzeri yapıda bir maddedir. Kolesterol, hücre zarı ve bazı hormonların üretiminde rol aldığından sağlıklı bir vücudun temel taşıdır. Kolesterol iki farklı kaynaktan gelir. Bunlardan biri vücudumuz, diğeri ise gıdalardır. Karaciğer ve vücuttaki diğer hücreler kan kolesterolünün yaklaşık %75’ini oluşturur. Kalan %25’lik kısım ise tüketilen gıdalardan gelir. Kolesterol; hücre zarı akışkanlığı, hormonların, safra asidinin ve vitaminlerin sentezinde oynadığı rol nedeniyle hayati önem taşır.

Kolesterol, insanların ve hayvanların vücut dokularındaki hücre zarlarında bulunan ve kan plazmasında taşınan bir sterol, yani bir steroid ve alkol birleşimidir. Daha düşük miktarlarda bitkilerde de bulunur.

Kolestrol olmasa hiç birimizin hormonları olmazdı, bütün hormonlarımızın ham maddesi kolestroldür. Ama biz kolestrolü oksitlersek o zaman damar sertliği olur.

Özetlersek, kolesterol, yaşamımız için gerekli olan mum kıvamında yağımsı bir maddedir. Kolesterol, beyin, sinirler, kalp, bağırsaklar, kaslar ve karaciğer başta, olmak üzere tüm vücutta bulunur. Vücut kolestrolü kullanarak hormonları, D vitaminini ve yağları sindiren safra asitlerini üretir.

Kanda fazla miktarda kolesterol birikmesi-artması olursa bu kan damarlarında birikir ve kan damarlarının sertleşmesine, daralmasına sebep olur. Yüksek kan kolesterolünün damarları tıkayarak kalp ve beyin hastalığı riskini artırdığı artık biliniyor. Yemek yenildiği zaman su ve enzimler mideyle bağırsaklara geçer. Enzimler; besin parçalarını daha küçük parçacıklara ayırır. Bu işlem için su kullanıldığı için vücuttaki su miktarı azalır, çözünürlüğü artan katı maddeler, kısmen suyunu kaybeden kan ve lenf dolaşımına taşınır. Yoğunlaşan kan kalbe ve akciğerlere gider. Akciğerlere gelen kanı, akciğerlerdeki solunumdan dolayı suyunun bir kısmını daha buharlaştırarak kaybeder. İyice yoğunlaşan kan; kalbi besleyen damarlara, beyin damarlarına ve vücudun ana arteri olan aorta geçer. Bu yoğunlaşmış kan beyne gittiği zaman bilincimiz susadığımız sinyallerini verir. İşte o zaman susadığımızı ve su içmemiz gerektiğini düşünürüz işte bu vücuda alımı için çok fazla zaman kaybıdır.

Yemekten önce su içmemek ve yemekten sonra su içmek arasındaki bu zaman kaybı sürekli hale geldiğinde, yoğunlaşmış kanın susuz bırakılması, karaciğerle damarların iç yüzeylerinde ve kanla temas eden yerlerdeki hücrelerde kolesterol birikimi ve üretimi için uygun ortam hazırlar.

Atardamarların duvarlarıyla karaciğer hücrelerinde aşırı kolesterol birikimini önlemek için yemeklerden yarım saat önce bol su içmek gerekir. Böylece hücreler yemekten sonra yoğunlaşan kanla karşılaşmadan önce su alırlar.
Günlük su ve tuz-mineral tüketimi düzenli bir biçimde artırılırsa, bir süre sonra hücrelerin su alımı ve savunma mekanizmaları kolestrol üretimini azaltır. Dolaşımdaki kolesterol düzeyinin düşmesiyle birlikte geçmişte oluşan birikimlerin temizlenmesi de mümkün olacaktır.

Önemli bir konu burada tedavide önerilen tuzun gerçek Himalaya kristali olmasıdır. Yanlış tuz kullanıp zarar görmemek için bu konuya dikkat edilmesi gerekmektedir.

Kristal tuzlar milyonlarca yıl evvel güneş enerjisi ile kuruyan denizlerin basınç altında kalması ile oluşmuştur. Günümüzde çıkartılan bu tuzlar, hala eski denizlerin saf ve doğal içeriğini korumaktadır. Bu tuzların içerdiği elementler bedenimizin elementleri ile tıpa tıp aynıdır. Bu doğal tuzun içinde biriken enerjinin ve biyofoton içeriğinin serbest kalması tuzun su ile buluşmasına bağlıdır. Bu tarz bir kristalin solesi, bizim için gerçek bir enerji denizi anlamına geliyor.

Sıradan kaya tuzundaki elementler kristal kafes yapısına nüfuz edememiş halde bulunur, bunlar sadece kristal yapının yüzeyine ve aralarına yapışabilir. kristal ve kaya arasındaki fark bu detayda gizlidir. Bir kristal bir kayaya göre çok daha düzgün ve doğal bir oluşum gösterir. Elementler bu düzgün ve doğal oluşum sayesinde hücre zarımızdan geçer ve kendi frekans modellerini bize aktarabilir.

Aynı ülkemizde satılan yerli kaya tuzları gibi Almanya’da da kristal tuz diye satılan ürünler arasında Doğu Almanya ve Polonyadan çıkarılan tuzlar da var. Bu tuzların jeolojik olarak kristal yapıya dönüşmüş olması mümkün değil. Dış görünümü itibarı ile gerçeğinden ayırt edilemeyen sahte “kristal” tuzlar çoğu zaman kristalimsi yapıya sahip kaya tuzundan başka bir şey değildir. Pembe veya kırmızımsı kaya tuzları sıklıkla değerli kristal tuzlar olarak satışa çıkıyor.

Tedavi amaçlı kullanacağımız kristal tuzun kristalimsi değil gerçek kristal olmasına özellikle dikkat etmeliyiz.

Hepinize sağlıklı ve diyabetsiz bir hayat dileriz.

Haftaya görüşmek üzere tadınız tuzunuz eksik olmasın.

Tarık Özdolap

BirlikHaber Güncel Haber Akışı

Aksaray'ın Altın Markaları

Birlik Haber Gazetesi öne çıkan Aksaray firmalarını ağırlıyor.

marka
marka
marka
marka
marka
marka
marka
E-Postabirlikhaber@hotmail.com
SON DAKİKA

Yasal Uyarı : Kaynak gösterilerek dahi abone olmadan kısmen veya tamamen kullanılamaz... Birlik Haber Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır - 2021